Nijerya’da Yeşil Ekonomi Zirvesi; Halil İbrahim Yılmaz’dan üst düzey temaslar

Afrika’nın en kalabalık ve en büyük ekonomisine sahip ülkesi Nijerya’da gerçekleştirilen ‘Yeşil Ekonomi Zirvesi’nde, Türkiye’yi temsil eden Türkiye Kent Konseyleri Birliği, Ankara Kent Konseyi Başkanı ve Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkan Vekili Halil İbrahim Yılmaz, dünyaya önemli mesajlar verdi. ‘Sürdürülebilir Tarım’ oturumda konuşan Yılmaz, “Ya birlikte yeşili göreceğiz ya birlikte yok oluşu izleyeceğiz” dedi.

Yılmaz zirvede Nijerya eski Devlet Başkanı General Abdulselami Abubakar ve Nijer Eyaleti Valisi Mohammed Umar Bago’nun da yer aldığı ülkenin önde gelen yetkilileri ile bir araya geldi.

Nijer Eyaleti Valiliği, Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Bankası tarafından gerçekleştirilen ‘Yeşil Ekonomi Zirvesi’nde, ‘Sürdürülebilir Tarım’ oturumda konuşan Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkan Vekili, Türkiye Kent Konseyleri Birliği ve Ankara Kent Konseyi Başkanı Halil İbrahim Yılmaz, Dünyaya önemli mesajlar verdi.

Halil İbrahim Yılmaz, zirvede Nijerya eski Devlet Başkanı General Abdulselami Abubakar ile bir araya geldi. Görüşmede Türkiye’de yürütülen çalışmalar hakkında bilgi veren Yılmaz, Abubakar ile sürdürülebilir tarımsal projelerini ele aldı.

Yılmaz zirvede ayrıca Nijer Eyaleti Valisi Mohammed Umar Bago ile bir araya geldi. Türkiye ve Nijerya arasındaki ticari işbirlikleri üzerine değerlendirmelerde bulunan Yılmaz ve Bago görüş alış verişinde bulundu.

“Ya birlikte yeşili göreceğiz ya birlikte yok oluşu izleyeceğiz”

Türkiye Kent Konseyleri Birliği ve Ankara Kent Konseyi Başkanı olarak suya saygı buluşmalarından sürdürülebilirliğe, iklim krizinden üretici güçlendirme projelerine, turizmin geleceğinden ekolojik çözümlere kadar onlarca etkinliğe ev sahipliği yaptıklarını ve yapmaya devam edeceklerini vurgulayan Yılmaz, şöyle konuştu:

“1800 üyemizle, üniversitelerin ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla bu çabamızın, sadece Türkiye’yi değil tüm dünyayı saran bir farkındalıkla taçlanması için çalışıyoruz. Öyle bir noktadayız ki… Krizi bilmek yetmiyor, krizi görmek işe yaramıyor, kriz için çalışmak tek başına anlam ifade etmiyor. İklime karşı sorumluluklarımızı tekil olarak sonuna kadar yerine getirsek bile, dünyanın başka bir yerindeki sorumsuzluğun bedeli yine hepimize yansıyor. Gelecek için çalışmaya evet ama tek başımıza değil. Tıpkı bu dünyada yalnız başımıza olmadığımız gibi gelecekte de yalnız olmayacağız. Ya birlikte yeşili göreceğiz ya birlikte yok oluşu izleyeceğiz”

“Geldiğimiz noktada bugünümüz de risk altında”

İklim krizi ve sürdürülebilirliğin, yaşadığımız dünyanın ve insanlığın geleceği açısından en kritik konu olduğunu söylemenin daha kolay hale geldiğini kaydeden Yılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Çünkü dünyanın dört bir yanında bu nedenlerle yaşanan sorunlar sıklaştı ve artık hepimizi etkiliyor. Eksiden yarına yaşanabilir bir dünya bırakmaktan bahsediyorduk, geldiğimiz noktada bugünümüz de risk altında. Güç ve başarı ölçütü olarak daha çok kazanmayı, daha çok kazanmak için ne pahasına olursa olsun daha çok üretmeyi, daha çok üretmek için daha çok kaynak tüketmeyi tercih ettiğimiz 20. Yüzyıl boyunca inanılmaz derecede üretkendik. Bu üretim ve tüketim davranışımız sayesinde 1960’ta 1,4 trilyon dolar olan küresel gayrisafi yurtiçi hasıla, bu yıl 100 trilyon dolar seviyesine gelmek üzere.  Ancak her arz kendi talebini doğurdu, besledi ve sonunda büyük bir tüketim canavarı yarattı. Ancak bu kazancın bir de kaybı oldu, bu büyük başarıya ulaşırken yaptığımız hatalar sebebiyle iklim krizine yol açtık. Dünya üzerinde, bilindiği kadarıyla en az 12 bin yıldır tarım yapılıyor. Ancak günümüzde bunca teknolojik gelişmeye rağmen, tarımsal üretim hem nüfusun ihtiyaçlarını uzun vadeli karşılayıp hem de doğanın dengesini korumaya yetecek şekilde sürdürülebilir yapılmıyor”

 

“Verimin katlanarak artmasına ihtiyaç var”

İklim kriziyle insanlığın dünyayı anlama kapasitesinin dünyayı tüketme kapasitesiyle denk olmadığını görüştüğünü ifade eden Yılmaz şöyle dedi:

“Fransız romancı Balzac’ın dediği gibi “Tabiatın isteklerini anlamazlıktan gelen cezasını görür”  Bir an önce bazı şeyleri değiştirmezsek yakında dünya geri dönüşü olmayan bir şekilde tükenmiş olacak ve belki de insanlık bunu anladığında çok geç olacak. Dünyada tarım arazileri giderek azalıyor, kalan araziler ise iklim krizi ve kirlilik sebebiyle kullanılamaz hale geliyor. Öyle ki, iklim krizinin tarımsal üretimde yol açacağı zarar %40’a varan verim kaybı biçiminde olacak. Dünya genelinde hem su hem de gıda stresi artacak. Oysa 2050 yılında dünya nüfusunun 10 Milyar olması bekleniyor, dolayısıyla verim kaybına değil, bilakis verimin katlanarak artmasına ihtiyaç var. 2050 yılına kadar tahmin edilen nüfus artışını karşılayabilmek için gıda üretiminin en az %60 artması gerekli. Tarım arazilerine bakıldığında ise bu alanların giderek küçülmesi bir yana, sulanabilir olan arazilerin oranının da giderek düştüğü dikkat çekiyor. İklim değişikliği etkisini arttırdıkça ekstrem hava olaylarıyla tarımsal araziler tahrip oluyor, kıymetli topraklar denize sürüklenirken su kaynakları da kirleniyor.  Sonucunda ekosistem bozuluyor, hepimizin hayatının bağlı olduğu yaşam döngüsünün kırılması anlamına gelen biyoçeşitlilik kaybı yaşanıyor. Gıda güvencesi, yani gıdanın uzun vadede yeterli miktar ve kalitede tedarik edilebilirliği, günden güne azalıyor”

“Sürdürülebilir tarımda en işe yarar projelerden biri, dikey tarım uygulamaları”

Alman filozof Arthur Schopenhauer, “Her çocuk bir böceğe vurabilir, ancak dünyadaki tüm profesörler böcek yapamaz” sözlerini hatırlatan Yılmaz, “Çocuk bilinciyle çevreyi zarara uğratabilirsiniz ama konunun en uzmanı olsanız da bazı şeyleri geri döndürmek kolay olmayabilir. Bu karamsar tabloya bakıp umutsuzluğa kapılacak değiliz. Bizler, ekosistemin akılla donatılmış canlılarıyız. Sorunlarımıza çözüm bulabilecek beceri ve tecrübelere fazlasıyla sahibiz. O yüzden gelin, tecrübelerden yola çıkarak sürdürülebilir tarımda neler yapabileceğimize birlikte bakalım. Sürdürülebilir tarım konusunda en işe yarar projelerden biri, dikey tarım uygulamaları. 1999 yılında icat edilen dikey tarım yönteminde, raf sistemleri üzerinde bitkiler yetiştirilebiliyor ve böylece konteynırlardan çatılara, tünellerden şehir alanlarına kadar pek çok alanda tarımsal üretim yapılabiliyor. Dünyanın neredeyse her bölgesinde uygulanabilen topraksız ve dikey tarım yöntemi sayesinde maksimum verim sağlanırken, sene boyu ürün almak ve bu sırada toprağa zarar vermemek mümkün kılınıyor. Toprağa ihtiyaç duymaksızın kum, çakıl taşları ve su ile üretim yapılabilen hidroponik yöntem, bitkilerin ihtiyaç duydukları mineralleri içinde bulundukları su tanklarına yerleştirilen balıkların artıkları sayesinde alabildikleri akuaponik yöntem veya bitkilerin ihtiyaç duyduğu besinleri su buharı yoluyla havadan temin etmesi esasına dayanan aeroponik yöntem dertlerimize çare olabilir” diye konuştu.

“Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili”

Son dönemde, pestisit kullanımını ve su israfını azaltmaya yarayan sivil drone uygulamalarının hayli dikkat çekici olduğunu kaydeden Yılmaz, şöyle konuştu:

“Bilgi derleme ve arşivleme faaliyetlerine büyük katkı sunan bu yöntem, sürdürülebilir tarım planlanmaları için önemli fırsatlar sağlıyor. Su hasadı veya kompost oluşturulması gibi basit ama etkili permakültür yöntemleri sayesinde, tarım arazileri başlı başına bir ekosistem olarak, kendi kendine yeten bir biçimde kullanılabiliyor. Bütün bu tekniklerin uygulanabilmesi için öncelikle üreticilerin söz konusu teknolojilere erişebilmelerinin sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede çiftçilere yönelik özel finansman çözümlerinin geliştirilmesi önem kazanıyor. Zira çiftçilerin ihtiyaç duydukları destekleri alamamaları, umut vadeden çözümlerin üretim süreçlerinde kullanılamaması anlamına gelebiliyor. Bu da hepimizin geleceğini tehlikeye atıyor. Bu bağlamda ülkelerin coğrafi konumları ve iklim koşulları kadar, politik ve ekonomik konjonktürleri de belirleyici oluyor. Bazı ülkelerde iklim krizinin etkileri daha yıkıcı olabilirken, bazı yerlerde de çiftçiler çağdaş teknolojik altyapıya erişim konusunda gerekli maddi destekleri alamayabiliyor. Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili olan bu tür teknolojik altyapıların dünyanın dört bir yanında kurulabilmesi için; gerekli fonları dünyanın her bir köşesindeki çiftçiye ulaştıracak uluslar üstü anlaşma ve girişimlere ihtiyaç duyuluyor. Bu noktada küresel bir tarım eylem planı, buna uygun mevzuat ve ortak bir fon oluşturulması akla gelen ilk tedbir olarak görünüyor. Tabii iş bununla da bitmiyor. Tarımla uğraşan kesimlerin yeni teknolojileri benimseyip kullanabilecek bilinç ve donanıma sahip olmaları da gerekiyor.  Geleneksel tarım yöntemlerine alışkın olan çiftçilerin, yeni yöntemler konusunda da eğitimlere kolayca erişebilmeleri gerekiyor. Aksi takdirde bu işlerle uğraşanların sürdürülebilirlik uygulamalarını ekstra maliyetten öte bir şey olarak görmeleri pek de mümkün olmayabilir”

“Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili”

Son dönemde, pestisit kullanımını ve su israfını azaltmaya yarayan sivil drone uygulamalarının hayli dikkat çekici olduğunu kaydeden Yılmaz, şöyle konuştu:

“Bilgi derleme ve arşivleme faaliyetlerine büyük katkı sunan bu yöntem, sürdürülebilir tarım planlanmaları için önemli fırsatlar sağlıyor. Su hasadı veya kompost oluşturulması gibi basit ama etkili permakültür yöntemleri sayesinde, tarım arazileri başlı başına bir ekosistem olarak, kendi kendine yeten bir biçimde kullanılabiliyor. Bütün bu tekniklerin uygulanabilmesi için öncelikle üreticilerin söz konusu teknolojilere erişebilmelerinin sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede çiftçilere yönelik özel finansman çözümlerinin geliştirilmesi önem kazanıyor. Zira çiftçilerin ihtiyaç duydukları destekleri alamamaları, umut vadeden çözümlerin üretim süreçlerinde kullanılamaması anlamına gelebiliyor. Bu da hepimizin geleceğini tehlikeye atıyor. Bu bağlamda ülkelerin coğrafi konumları ve iklim koşulları kadar, politik ve ekonomik konjonktürleri de belirleyici oluyor. Bazı ülkelerde iklim krizinin etkileri daha yıkıcı olabilirken, bazı yerlerde de çiftçiler çağdaş teknolojik altyapıya erişim konusunda gerekli maddi destekleri alamayabiliyor. Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili olan bu tür teknolojik altyapıların dünyanın dört bir yanında kurulabilmesi için; gerekli fonları dünyanın her bir köşesindeki çiftçiye ulaştıracak uluslar üstü anlaşma ve girişimlere ihtiyaç duyuluyor. Bu noktada küresel bir tarım eylem planı, buna uygun mevzuat ve ortak bir fon oluşturulması akla gelen ilk tedbir olarak görünüyor. Tabii iş bununla da bitmiyor. Tarımla uğraşan kesimlerin yeni teknolojileri benimseyip kullanabilecek bilinç ve donanıma sahip olmaları da gerekiyor.  Geleneksel tarım yöntemlerine alışkın olan çiftçilerin, yeni yöntemler konusunda da eğitimlere kolayca erişebilmeleri gerekiyor. Aksi takdirde bu işlerle uğraşanların sürdürülebilirlik uygulamalarını ekstra maliyetten öte bir şey olarak görmeleri pek de mümkün olmayabilir”

“Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili”

Son dönemde, pestisit kullanımını ve su israfını azaltmaya yarayan sivil drone uygulamalarının hayli dikkat çekici olduğunu kaydeden Yılmaz, şöyle konuştu:

“Bilgi derleme ve arşivleme faaliyetlerine büyük katkı sunan bu yöntem, sürdürülebilir tarım planlanmaları için önemli fırsatlar sağlıyor. Su hasadı veya kompost oluşturulması gibi basit ama etkili permakültür yöntemleri sayesinde, tarım arazileri başlı başına bir ekosistem olarak, kendi kendine yeten bir biçimde kullanılabiliyor. Bütün bu tekniklerin uygulanabilmesi için öncelikle üreticilerin söz konusu teknolojilere erişebilmelerinin sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede çiftçilere yönelik özel finansman çözümlerinin geliştirilmesi önem kazanıyor. Zira çiftçilerin ihtiyaç duydukları destekleri alamamaları, umut vadeden çözümlerin üretim süreçlerinde kullanılamaması anlamına gelebiliyor. Bu da hepimizin geleceğini tehlikeye atıyor. Bu bağlamda ülkelerin coğrafi konumları ve iklim koşulları kadar, politik ve ekonomik konjonktürleri de belirleyici oluyor. Bazı ülkelerde iklim krizinin etkileri daha yıkıcı olabilirken, bazı yerlerde de çiftçiler çağdaş teknolojik altyapıya erişim konusunda gerekli maddi destekleri alamayabiliyor. Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili olan bu tür teknolojik altyapıların dünyanın dört bir yanında kurulabilmesi için; gerekli fonları dünyanın her bir köşesindeki çiftçiye ulaştıracak uluslar üstü anlaşma ve girişimlere ihtiyaç duyuluyor. Bu noktada küresel bir tarım eylem planı, buna uygun mevzuat ve ortak bir fon oluşturulması akla gelen ilk tedbir olarak görünüyor. Tabii iş bununla da bitmiyor. Tarımla uğraşan kesimlerin yeni teknolojileri benimseyip kullanabilecek bilinç ve donanıma sahip olmaları da gerekiyor.  Geleneksel tarım yöntemlerine alışkın olan çiftçilerin, yeni yöntemler konusunda da eğitimlere kolayca erişebilmeleri gerekiyor. Aksi takdirde bu işlerle uğraşanların sürdürülebilirlik uygulamalarını ekstra maliyetten öte bir şey olarak görmeleri pek de mümkün olmayabilir”

“Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili”

Son dönemde, pestisit kullanımını ve su israfını azaltmaya yarayan sivil drone uygulamalarının hayli dikkat çekici olduğunu kaydeden Yılmaz, şöyle konuştu:

“Bilgi derleme ve arşivleme faaliyetlerine büyük katkı sunan bu yöntem, sürdürülebilir tarım planlanmaları için önemli fırsatlar sağlıyor. Su hasadı veya kompost oluşturulması gibi basit ama etkili permakültür yöntemleri sayesinde, tarım arazileri başlı başına bir ekosistem olarak, kendi kendine yeten bir biçimde kullanılabiliyor. Bütün bu tekniklerin uygulanabilmesi için öncelikle üreticilerin söz konusu teknolojilere erişebilmelerinin sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede çiftçilere yönelik özel finansman çözümlerinin geliştirilmesi önem kazanıyor. Zira çiftçilerin ihtiyaç duydukları destekleri alamamaları, umut vadeden çözümlerin üretim süreçlerinde kullanılamaması anlamına gelebiliyor. Bu da hepimizin geleceğini tehlikeye atıyor. Bu bağlamda ülkelerin coğrafi konumları ve iklim koşulları kadar, politik ve ekonomik konjonktürleri de belirleyici oluyor. Bazı ülkelerde iklim krizinin etkileri daha yıkıcı olabilirken, bazı yerlerde de çiftçiler çağdaş teknolojik altyapıya erişim konusunda gerekli maddi destekleri alamayabiliyor. Ortak yaşam alanı olan dünyamızın kaderiyle yakından ilgili olan bu tür teknolojik altyapıların dünyanın dört bir yanında kurulabilmesi için; gerekli fonları dünyanın her bir köşesindeki çiftçiye ulaştıracak uluslar üstü anlaşma ve girişimlere ihtiyaç duyuluyor. Bu noktada küresel bir tarım eylem planı, buna uygun mevzuat ve ortak bir fon oluşturulması akla gelen ilk tedbir olarak görünüyor. Tabii iş bununla da bitmiyor. Tarımla uğraşan kesimlerin yeni teknolojileri benimseyip kullanabilecek bilinç ve donanıma sahip olmaları da gerekiyor.  Geleneksel tarım yöntemlerine alışkın olan çiftçilerin, yeni yöntemler konusunda da eğitimlere kolayca erişebilmeleri gerekiyor. Aksi takdirde bu işlerle uğraşanların sürdürülebilirlik uygulamalarını ekstra maliyetten öte bir şey olarak görmeleri pek de mümkün olmayabilir”

“Bu programı Nijer Eyaleti ile birlikte uygulamak için sabırsızlanıyoruz”

Günlük hayatın doğal bir parçası haline gelmeyen hiçbir yeni fikrin uygulanma şansı olmadığını ifade eden Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Sürdürülebilir tarım mirasının kökleri Anadolu’da gelişen Frig uygarlığına dayanmaktadır.  Toprağı özenle ve ustalıkla işlemeye olan bağlılıkları hepimiz için ilham kaynağıdır.  Ancak yolculuğumuzun dokusu antik tarihle sınırlı değil;  Mevlana Rumi ve Yunus Emre’nin derin bilgeliğiyle iç içedir.  Sekiz asır önceden bugünlere şöyle sesleniyor büyük halk şairi Yunus Emre: “Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası…” Yani diyor ki Yunus Emre, biz her an yeniden doğar, sürekli yenileniriz; bu yüzden bizden hiç kimse bıkmaz, usanmaz. Geçmiş, geçmişte kalmıştır, her an diri olmak lazımdır. Tıpkı bir diğer büyük düşünürümüz Mevlana Celaleddin Rumi’nin dediği gibi: “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.”. Yunus Emre ve Mevlana’ya ait bu iki cümleden daha etkili inovasyon tarifleri duymadım bugüne kadar. Bilgelikleri, sadece zamanın ruhunu anlamamız için değil, aynı zamanda geleceğimizi en doğru şekilde inşa edebilmemiz için de önemlidir. Bu fikirden hareketle, iklim krizine karşı tarımın adaptasyonunu öngören “Nijer Eyaleti için Yeşil Gelecek ve Yeşil Üretim” programını oldukça yerinde bir girişim olarak görüyor ve destekliyoruz. BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ile eş zamanlı olarak yürütülmek üzere tasarlanan, üretim ve istihdamı teşvik ederken belli sektörlerde dönüşümü sağlayacak olan bu program, Nijer için diğer ülkelerle işbirliği ve kalkınma fırsatlarını da beraberinde getirmektedir. Bu programı Nijer Eyaleti ile birlikte uygulamak için sabırsızlanıyoruz”

“Sürdürülebilir ekosisteme sahip çıkmak üzere tüm dünyanın, Nijer eyaletindeki bu gayretten ilham alması gerekiyor”

Halil İbrahim Yılmaz, “Başkan Yardımcısı olduğum Ankara Ticaret Odası olarak bu işbirliğini önerirken iki faktörü göz önünde bulunduruyoruz. Birinci ve en önemli faktör, Nijer eyaletinin bu alanda gösterdiği takdire şayan çabalar, diğeri de Türkiye Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından uygulanan bir Dünya Bankası projesidir. Türkiye İklim Dostu ve Rekabetçi Tarımsal Büyüme Projesi (TUCSAP), sürdürülebilir ve rekabetçi tarımsal büyüme için kapasiteyi güçlendirmeyi ve Türkiye’nin hedeflenen bölgelerinde iklim dostu tarımın kullanımını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Ankara Ticaret Odası olarak, Nijerya’daki tüm kurumları, Tarım ve Orman Bakanlığımızın iklim krizine uyum konusunda şimdiye kadar edinmiş olduğu deneyim ve uzmanlıktan faydalanmaya davet ediyoruz.  Sürdürülebilir ekosisteme sahip çıkmak üzere tüm dünyanın, Nijer eyaletindeki bu gayretten ilham alması gerekiyor. Ankara Ticaret Odası olarak, 160.000 kayıtlı üyemiz, ticari ve teknik uzmanlarımızla kadim Nijer halkının ve çok değerli yöneticilerinin mesajını gayet net biçimde almış bulunuyoruz. Ankara Ticaret Odası olarak Ankara’da, sürdürülebilirliğe olan bağlılığımızı ve küresel çevre sorunlarına çözüm bulma konusunda sarsılmaz kararlılığımızı sergileyen bir etkinlik olan Uluslararası Eko-İklim Zirvesi’ne ev sahipliği yapma ayrıcalığına sahip olduk. Dünyada ilk kez iklim değişikliği ile ilgili aynı anda konferans, fuar, sertifikalı eğitim programları, etkinlikler ve ikili iş görüşmelerinin gerçekleştiği Uluslararası Eko İklim Zirvesine uluslararası 300’ün üzerinde konuşmacı, devlet başkanı, bakan ve bürokratlar, uluslararası örgüt başkanları katıldı. Ankara’da sürdürülebilir uygulamaları hayata geçirmemizi sağlayan bir bilgi alışverişi ve uluslararası işbirliği platformuydu. Bu bilgi ve deneyimi, sürdürülebilir ve dirençli bir gelecek ortak hedefini paylaştığımız Nijerya’ya yaymaktan onur duyuyoruz”

“Dünyayı mahvedersek gidecek başka yer kalmaz”

Ankara Ticaret Odası olarak gıda ve tarım arazilerini korumayı, geleceği korumak olarak görerek, iklim değişikliğinin ve kontrolsüz tüketimin olumsuz etkilerini azaltıp, farkındalığı artırmak için Uluslararası Yeşil Ekonomi ve İklim Değişikliği Çalışma Ofisi kurduklarını ifade eden Yılmaz konuşmasını şu sözlerle noktaladı:

“Bu ofis aracılığıyla Ankara Ticaret Odası’na kayıtlı, 160 bin üyemize de sürdürülebilirlik konusunda yön vermeyi hedefliyoruz. Ülkeler farklı olabilir, ancak dünya bir tane ve iklim bir bütün. Dolayısıyla dünyamızın ve üzerinde yaşayan tüm canlıların karşısında büyüyen iklim krizi tehlikesi ile mücadele için bir dakika bile kaybetmeden güçlerimizi birleştirmemiz gerekiyor. Koruduğunuz, özen gösterdiğiniz, zamana direnerek gelecek nesillere katkı sağlıyor. Bunun en iyi örneği geçen ay UNESCO Dünya Mirası Listesine giren, Ankara’mızın iki kıymetli eseri Gordion Antik Kenti ve Ahi Şerafeddin Camii’dir. Binlerce yıl önce iktidarda olan Frig krallığından kalan antik kent ile şehrimizde yine yüzlerce yıl öncesinden kalan ahşap sütunlu camilerimiz, bu korunma sayesinde ya da başka bir değişle sürdürülebilirlik sayesinde, tarih sahnesinden günümüze gelerek, bugünün insanına ışık oluyor. Aynı şekilde bugün koruyabildiğimiz çevremiz, tarım alanlarımız, suyumuz gelecek nesillerin yaşamının devam edebilmesine imkan sağlayacak.  Bu konuda bizleri ikaz eden bu değerli organizasyonun, başta Nijerya halkı olmak üzere tüm insanlık için güzellikler getirmesini temenni ediyorum. Geleceği temeli olarak sürdürülebilir tarım, yarın yeşerecek umudu bugün ekmemizi sağlayacak. Konuşmamı tamamlarken Amerikalı gökbilimci Carl Sagan’ın bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Dünyayı mahvedersek gidecek başka yer kalmaz”

Ünlü Akademisyen ve Mühendisler zirvede

Yılmaz’ın konuşmacı olarak katıldığı oturumda ayrıca; Afrika ve ABD’de Bill/Melinda Gates vakfı da dahil olmak üzere birçok araştırma merkezinde baş araştırmacı olarak görev alan Prof. Babatunde Obilana, 20 yılı aşkın bir süredir yenilenebilir enerji alanında bilim adamı, akademisyen, danışman ve proje yöneticisi olarak Avrupa ve Afrika’daki kurumlarda çalışan Dr. Solomon Nwabueze Agbo, Nijerya’da kamu ve özel sektörde inşaat, otoyol tasarımı ve bina yapısal tasarımları alanında uzman Sufyan Danjuma Ibrahim ile Prof. Dr. Ing Ayodele Ajayi konuşmacı olarak yer aldı.