KARS-BHA

Kars'ta şok ve huzur uygulamaları devam ediyor

Kars'ta şok ve huzur uygulamaları devam ediyor

Büyük Birlik Partisi (BBP) Kars İl Başkanı Tuncay Ertem, gündemi değerlendirerek bir basın toplantısı düzenledi. İlk olarak Çanakkale Deniz Zaferinin 110. yıl dönümünden anan Ertem şunları söyledi.

"Bir kez daha, Çanakkale Deniz Zaferi'nin 110. yılını ve 18 Mart Şehitleri Anma Günü’nü, milletimizin şerefli tarihine, şehitlerimizin hatıralarına ve onların emanetlerine bağlılığımızı kararlılıkla tekrar ederek kutluyorum. Her yıl, 18 Mart günü, gururu, acıyı ve hüznü, aynı anda yaşarız.

Çanakkale Savaşı, tarihte, Türk Milletinin, en ağır kayıplarını verdiği savaşlardan biri olarak yer alır. 

Ancak, İstanbul ve Anadolu, bu zafer sayesinde vatanımız olmaya devam edebilmiştir. 

Bu ağır gerçek nedeniyle, milletimiz, Çanakkale Savaşı şehitlerimizi, İstiklal Savaşı şehitlerimizle birlikte, bize Anadolu’yu, Trakya’yı, Türkiye Cumhuriyeti topraklarını yeniden vatan yapan, vatanımızı bize emanet eden, bu toprakların gerçek sahipleri olarak bilir ve hatırlar. 

Çanakkale ruhuyla ve imanla Anadolu’yu vatan yaptık, onu koruduk ve korumaya devam edeceğiz.

Aynı ruh ve imanla, bu topraklarda, onurlu, hür ve bağımsız yaşamamızı sağlayan şehitlerimizi tekrar, rahmetle, minnetle yad ediyorum.

110 yıl önce, Çanakkale’de durdurduğumuz, zafer kazandığımız düşman orduları, ülkemizi işgale geliyorlardı.

Tarihçiler, Çanakkale Savaşında, toplam kaybımızın 250 bine ulaştığını söylerler.

Kurtuluş Savaşında, ordusu teslim olmuş bir ülkeyi işgalden kurtarmak için savaştık. Kayıtlarda, Kurtuluş Savaşında, toplam kayıplarımızın 140 bin civarında olduğu yer alır.

ANADOLU VE TRAKYA’DAKİ TÜRK VARLIĞI, BATI’YI HEP RAHATSIZ ETTİ

Batı’da müstakil bir siyasi terim olarak kullanılan “Şark Meselesi” tam olarak budur. Ve kendilerince problemi çözmek, Anadolu ve Trakya’daki Türk varlığını yok etmek için, tarih boyunca sayısız girişimde bulundular.

Bu rahatsızlık sadece tarihi ya da itikadi gerekçelerden kaynaklanmıyordu.

Bugün, bulunduğumuz topraklarda güçlü bir Türkiye’nin varlığı, bölgemizde 100 yılı aşkın süredir devam eden ve milyonlarca masumun hayatına mal olan sömürü düzeni karşısındaki en büyük risk anlamına geliyor.

Ve yeni işgal girişimi, 40 yıl önce, terör eylemleri üzerinden başladı.

Batı’nın kendilerine taşıdığı silahlarla, binlerce, on binlerce insanı öldürdüler. Binlerce askerimizi polisimizi şehit ettiler.

Ancak, bu kez karşı karşıya olduğumuz topluluğun, işgal ordularından önemli bir farkı vardı.

Muhataplarımız, hiçbir hukuk, ahlak, vicdan ve insanlık ölçüsü taşımıyorlardı.

Şantiyeleri basıp işçileri öldürdüler. Köyleri basıp bebekleri öldürdüler.Karayolunda araçları durdurup yolcuları öldürdüler.Şehir merkezlerinde bombalar patlatıp, işlerinden çıkan, evlerine ulaşmaya çalışan masum sivilleri öldürdüler.Köylerde görev yapan, korumasız, silahsız öğretmenleri öldürdüler.Kendi emirlerine girmeyen köylülerini, akrabaların öldürdüler.

Kamu görevlilerimizi, askerlerimizi, polislerimizi, kaymakamlarımızı, doktorlarımızı, onların eşlerini, çocuklarını, annelerini, babalarını öldürdüler.

Dün, 18 Mart Şehitler Günü’nde yad ettiğimiz vatan evlatları arasında, terörün ve terör örgütünün kurbanları da var.

Evet Metot farklı, maksat aynı…

Onlar da bayrağımızı indirmek, kendilerini yöneten güçler tarafından görevlendirildikleri alanlarda, Türk varlığını yok etmek istiyorlar.

Terör örgütü mensupları, uyuşturucu ticaretinden haraç toplamaya, tecavüzden hırsızlığa, insan kaçakçılığından ormanlarımızı yakmaya; insanlara, insanlığa, doğaya, ülkemize, milletimize, geleceğimize karşı sayısız suç işlediler.

Bugünlerde çok moda olan yapay zeka programlarından birine; “Geride bıraktığımız 40 yılda PKK’nın faili olduğu suçlar nelerdir?” Ya da daha kolayı, “Hukuk literatüründe bulunan ve PKK’nın işlemediği herhangi bir suç var mıdır?” diye sorun. İlginç cevaplar alacaksınız... Ve işlemediği hiçbir suç olmadığını göreceksiniz.

Muhataplarımız bunlar...

Dün bu terör örgütünün “dağ kadrosu” sorumlularından biri açıklama yapmış, şöyle diyor:

“Herkes bilmeli ki, mevcut durumda ikna olmayan arkadaşlarımız, savaşçılarımız ve komutanlarımız vardır.”

 “Bu arkadaşların Önderliğin sesini duymayana, Önderliğin özgürlüğünün önünün açıldığını görmeyene kadar kolay kolay ikna olmaları mümkün değil. Bundan ötürü çağrı yapmıyorum, dedim. İkna olmadan gerçekleştirmeyecekleri bir şey için neden çağrı yapayım! Elbette çağrı yapmam; çünkü yerini bulmaz.”

“Kongre toplama, parti feshetme ve silah bırakma adımlarının ancak Öcalan'ın örgütleyip yönlendirebileceği bir süreç. Devletin de buna uygun yasal düzenlemeler yaparak Önder Apo’nun önünü açması gerekir." 

Açıklamayı telaffuz etmem, lütfen bunun herhangi bir anlam veya önem taşıdığı şeklinde anlaşılmasın. 

Alıntıyı, dün fareler gibi saklanıp, mağaralardan burnunu uzatamayanların, bugün konuştukları üsluba işaret etmek için yaptım.

Daha önce, terör örgütünün “şehir kadrosu” elebaşlarından biri, şu cümleleri kullanmıştı:

“Öcalan, selam ve sevgilerini iletti. Biz de bütün bunlardan hareketle, devletin aklına sesleniyoruz: Bugün Kürt halkı 40 yılı aşkındır devam eden savaşa rağmen Kürdistan’da varlık mücadelesini sürdürdü. Tarihsel bir kırılma anından geçmekteyiz. Ya barışı inşa edeceğiz; ya negatif yönde kırılmalar gerçekleşecek, her yer Gazze olacak. O nedenle devletin aklına biz buradan seslenmek istiyoruz bir kez daha. İmralı’da gerçekleşen bu görüşme yetmez; İmralı kapıları açılmalıdır. Sayın Öcalan’ın bütün Ortadoğu’nun barışı için çalışabileceği fiziki koşullar sağlanmalıdır.”

Terör örgütünün “şehir kadrosu”nun diğer elebaşı da şunları söylüyor:

“Abdullah Öcalan'ın kendi partisini kuracağı, kongreyi yöneteceği, katılacağı mekanizmayı oluşturun.”

Tekrar ediyorum, naklettiğim cümlelerin herhangi bir anlamı da önemi de yok.

“Süreç” diye bahsedilen şeyin henüz ilk gününde bazı uyarılarda bulunmuştuk.

Devletin, suçluyla, dengiymiş gibi aynı masaya oturmaması gerektiğini; bu durumda, karşısındakinin, kim olduğunu da işlediği suçları da yok sayacağını; en kötüsü terör örgütünü besleyip parmaklarının ucunda oynatan kuklacıların, Türkiye Cumhuriyeti’yle bir terör örgütünü, bir tartışmanın “tarafları” olarak kabul ettirmeye çalışacaklarını; bu tuzağa düşülmemesi gerektiğini söylemiştik.

Defalarca kez ifade ettim:

“Şiddeti metot olarak benimseyen herhangi bir organizasyon, hukuka, demokrasiye ve siyasete ait alanlarda konumlandırılamaz.”

Bu, tüm dünyada tartışmaya kapalı bir gerçek…Sadece bizim gerçeğimiz de değil…

Hukukun da gerçeği, demokrasinin de gerçeği, siyasetin de gerçeği, tarihin de gerçeği, insanlığın da gerçeği...

Terör örgütünün, yasaların boşluklarından faydalanmak ve propaganda ağını genişletmek için kurdurduğu yapılanmayı,“siyasi parti” olarak kabul etmedik ve etmeyeceğiz.

Bugün, bitme durumuna gelmiş bir terör örgütünün üslubunun hangi noktaya taşındığını görüyoruz. 

Bunların yaşanacağını, daha ilk gün ifade etmiştik...

Terörün hedef aldığı bölgelerde yaşayan, vatanına, milletine, devletine bağlı vatandaşlarımızın bağlı oldukları devletlerine güvenlerinin sarsılabileceği konusunda uyarılarda bulunmuştuk.

Suriye’de, terör örgütünün devletleştirilmesine engel olunması konusunda da uyarılarda bulunmuştuk.

Aynı endişeleri taşıyoruz.

Dün “Şehitleri Anma Günü”ydü.

Şehitlerimizi biz zaten hiç unutmuyoruz ama, hatırlamakta zorlananlara hatırlatacağımız bir günümüz var.

Ama katillerin ve hainlerin, hatırlanacakları bir günleri yok.

Kimin katil olduğunu, kimin hain olduğunu herkese, her zaman, her zeminde, her fırsatta,  biz hatırlatacağız!

Bir kez daha söylüyor, herkese tekrar hatırlatıyorum: 

Karşımızda, emperyalist güçlerin 40 yılı aşkın süre Türkiye’ye zarar vermek için kullandıkları, on binlerce insanın katili bir terör örgütü var.

Söylenen yalanlar, konunun neyle boyandığı, nasıl pazarlandığı ve hangi ambalajla sunulduğu, bu çıplak gerçeği hiçbir şekilde değiştirmeyecek.

Bu gerçeği hiçbir zaman unutmayacağız. Hiç kimseye de unutturmayacağız.

İsrail ordusu, 19 Ocak'ta sağlanan ateşkesin ardından, dün, sabah saatlerinde Gazze Şeridi'ne yeniden şiddetli saldırılar başlattı.

İsrail ordusunun, yerinden edilen Filistinlilerin çadırları ve sığındığı okullar ile sivillerin evleri dahil olmak üzere, Gazze Şeridi'ni yoğun şekilde bombaladığı aktarıldı.

Gazze'deki Sağlık Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, İsrail ordusunun sabah saatlerinden itibaren Gazze Şeridi'ne yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve katliamlarda hayatını kaybeden 404 kişinin naaşı ile 562 yaralının hastanelere ulaştırıldığı belirtildi.

Açıklamada, enkaz altında halen çok sayıda kişinin bulunduğu, ekiplerin arama-kurtarma çalışmalarını sürdürdüğü aktarıldı.

İsrail'in saldırılarında 4 hükümet yetkilisi de öldü

Gazze'deki hükümetin medya ofisinden yapılan açıklamada, İsrail ordusunun hava saldırılarında 4 hükümet yetkilisinin de hayatını kaybettiği bildirildi.

Söz konusu yetkililerin Hükümet Çalışmalarını Takip Birimi Başkanı İsamed-Dalis, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmed el-Hitte, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Mahmud Ebu Vatfe ve İç Güvenlik Teşkilatı Genel Müdürü Behcet Ebu Sultan olduğu kaydedildi.

Öncelikle saldırılarda hayatını kaybedenlere Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

Gazze’de yaşananlar, çıkarmamız gereken sayısız dersin yanında, “terörün devletleştiği”, ya da “devletlerin terör örgütü gibi davrandığı” zaman, ne gibi felaketlerin yaşanabileceğini, herkese bir kez daha öğretti.

Hiçbir zulüm payidar kalamaz.

Sorulmadan birkaç cümleyle görüşlerimizi ifade edeyim:

Ekrem İmamoğlu’nun diplomasıyla ilgili üniversite yönetimi bir karar aldı.Ancak adli süreç tamamlanmış değil.

İddia makamı delillerini ortaya koydu. Sanık avukatları da savunmalarını yapıyorlar. Dosyanın ayrıntılarına girmeyeceğim.

Hukuki süreç tamamlanacak, mahkemeler bir karar verecek, beğensek de beğenmesek de o karara hepimiz saygılı olacağız.

Aynı şeyi bugünkü gözaltı kararları ile ilgili de ifade etmek istiyorum. Konu çok sıcak biz de süreci takip ediyoruz. Bizim ilkesel duruşumuz her şeyin “hukuk ve demokrasi” içerisinde yürütülmesi gerekliliğidir.

Bu sebeple öncelikle masumiyet karinesine ve hukuki süreçlere herkes saygılı olmakla yükümlüdür. Şayet bir haksızlığa uğranıldığı düşüncesi varsa mücadele yine hukuk içinde verilmelidir.

Doğduğumuz aile, yaşadığımız coğrafya, mensup olduğumuz millet, sahip olduğumuz inançlar bize bazı sorumluluklar yükler.

Bize Türkiye’de doğmayı, Türk milletine mensup olmayı, Müslüman olmayı nasip eden Cenab-ı Allah’a hamd ediyorum.

Dünyanın çok sayıda noktasında soydaşlarımız, kardeşlerimiz yaşıyorlar. 

Balkanlarda, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Doğu Türkistan’da, Azerbaycan’da, Kıbrıs’ta, Özbekistan’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Yakutistan’da, onlarca ülkede, yüzlerce, binlerce noktada, yüz binlerce kardeşimiz var...

Yaşadıkları yerler, onların, elbette bizim vatanlarımız.  

Ve kardeşlerimizin bulundukları yerlerde, huzur içinde, güven içinde, barış içinde hayatlarını devam ettirebilmeleri için, inançlarımız, tarihimiz ve damarlarımızdaki kan bizi sorumlu kılıyor.

Bu sebepledir ki,

Ramazan ayının rahmetini kardeşlerimizle paylaşmayı tercih ettik.

Balkan programlarımızın ardından, Genel Başkan Yardımcılarımız, arkadaşlarımız, bugün Irak Türk Cephesi’nin misafiri olarak Kerkük'te olacaklar.

Kerkük, kadim Türk yurtlarından biridir. Bu özelliğinin korunması, Kerkük Türklüğünün varlığını huzur ve güven içerisinde devam ettirmesi için elimizden ne geliyorsa, üzerimize ne düşüyorsa yapacağız.

Bunu, siyasette var olmamızın en önemli nedenlerinden biri olarak kabul ediyoruz.

Kerkük’te arkadaşlarımıza ev sahipliği yapan, Irak Türkmen Cephesi başta olmak üzere programa katılan herkesi saygıyla selamlıyor, bu vesileyle Kerkük Türklüğü için hayatlarını feda eden, milletimizin kahraman ve fedakar evlatlarını rahmetle yad ediyorum.

Selam Kerkük’e Selam Olsun Kerkük’ün Türkmeneli’nin yiğit evlatlarına!" dedi.