Vefatının 20’inci yılında Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç

Mine KÖSELER / BHA

Bağımsızlığa giden zorlu yıllarda Bosna-Hersek halkına önderlik etmesi nedeniyle daha çok bir siyaset adamı olarak tanınmakla birlikte Aliya İzzetbegoviç, 20. yüzyıl Avrupa’sındaki önemli Müslüman düşünürlerinden biri.

8 Ağustos 1925 tarihinde Bosna-Hersek’teki Bosanski Samac (Šamac) şehrinde doğdu. Köklü bir aileden gelen ve kendisiyle aynı adı taşıyan dedesi, İstanbul’da Osmanlı ordusunda askerlik yaptığı sırada Üsküdarlı Sıdıka Hanım’la evlendi, Belgrad’da yaşayan Aliya’nın ailesi, 1863’te Sırbistan’dan sürülen Müslümanların yerleştirilmesi için Sultan Abdülaziz’in Sava nehri üzerinde tesis ettirdiği Aziziye’ye taşındı.

Dedesi sonraları Bosanski Şamats diye anılan bu kasabanın yöneticiliğini yaptı, Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand’a karşı gerçekleştirilen suikastın ardından Avusturyalı inzibatlar şehirde tanınmış Sırplar’ı rehin alarak uzaklara götürmek isteyince onları korudu.

Aliya’nın ticaretle uğraşan babası Mustafa, çocuklarına iyi bir gelecek sağlama amacıyla, oğlu henüz iki yaşında iken ailesini Saraybosna’ya taşındı. Ailesinden ve özellikle annesinden dinî eğitim alan Aliya, Saraybosna’nın itibarlı okullarından olan Birinci Erkek Lisesi’ne girdi. Bu okulda bir ara komünist düşünceden etkilendi. Sonradan kendisinin ifade ettiğine göre o dönemde okuduğu Batı felsefesine ait eserlerin etkisiyle bir inanç sarsıntısı yaşadıysa da dinle alâkası hiçbir zaman kopmadı, din karşısındaki komünist yaklaşımını kabul etmedi, tanrısız bir kâinat ona her zaman anlamsız göründü. Bu yıllarda kendisini en çok etkileyen üç eser Bergson’un Yaratıcı Evrim, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi ve Spengler’in Batı’nın Çöküşü’dür. İçine düştüğü fikrî sarsıntı uzun sürmedi ve İslâmî kimliği gençlik döneminde hayatına yön vermeye başladı.

Daha lisenin ikinci sınıfında iken Genç Müslümanlar Derneği’ne girerek faal üyelerinden biri olan Aliya, bu grup içindeki çalışmalarının yanı sıra özellikle Doğu Bosna’dan gelen mültecilere yardım faaliyetlerine aktif biçimde katıldı. 1943’te liseden mezun olduktan sonra arkadaşlarının anlattığına göre âsi bir karakter sergilemeye başladı. II. Dünya Savaşı’nda Bosna-Hersek’in, Almanya’nın desteğiyle 1941 yılında kurulan Bağımsız Hırvatistan Cumhuriyeti’nin bir parçası haline gelmesi ve bunun yol açtığı yeni sorunlardan dolayı Aliya’nın da aralarında bulunduğu genç Müslümanlar, Saraybosnalı âlim ve vâiz Mehmed Hanciç’in başkanlığını yaptığı el-Hidâye Derneği’ne geçmek zorunda kaldı.

Aliya, Hırvatlar tarafından askere alınmak istenince Saraybosna’dan kaçıp Gradaçaç’a gitti. 1945’te Tito’nun liderliğindeki Partizan ordusu Saraybosna’yı aldığında geri döndü; ancak bu defa Sırplar tarafından askere alındı. Partizanlar’ın müslümanları tutuklamaya başladığı sırada askerliğini bitirmek üzere olan Aliya, daha önceki İslâmî faaliyetlerinden dolayı 1 Mart 1946’da on dört arkadaşıyla birlikte tutuklanıp hapsedildi. Hapiste kaldığı üç yılın ardından Halide Hanım’la evlendi ve üniversite öğrenimini tamamlamaya çalıştı. İlk girdiği Ziraat Fakültesi’ni yarım bırakıp Hukuk Fakültesi’ne geçti ve 1956’da mezun oldu. Hayatının önemli bir kısmını değişik kurumlarda hukuk danışmanlığı yaparak geçirdi.

Aliya Izzetbegoviç, bir yandan çeşitli kitaplar okurken diğer yandan komünist rejimin baskılarına rağmen düşüncelerini kaleme almaya çalıştı, gençlerle ilgilendi. İlmî ve fikrî birikimi, entelektüel kapasitesi ve Müslüman kimliğini yansıtan yorumlarıyla kısa sürede dikkati çekti. İslâmî bakış açısıyla dile getirdiği düşünceleri, sadece Boşnaklar üzerinde değil eski Yugoslavya’daki farklı etnik gruplara mensup Müslümanlar üzerinde de etkili oldu. Bu arada düşünce ve faaliyetleri sebebiyle yönetimin hedefi haline geldi. Özellikle 1970’te bir grup arkadaşıyla birlikte kaleme alıp yayımladığı “İslâm Deklarasyonu” başlıklı metin ülke içinde ve dışında büyük yankı uyandırdı. Bosna-Hersek ve Yugoslavya müslümanları yanında bütün dünya Müslümanlarına içinde bulundukları dönemde insanlığa ve kendi dindaşlarına karşı sorumluluklarını hatırlatan bu bildiri bir süre sonra onu hazırlayanların siyasal baskıya mâruz kalmalarına yol açtı.

Tito’nun 1980’de ölümünün ardından Yugoslavya’da şartlar daha da ağırlaşmaya başladı ve 1983’te “Saraybosna süreci” sırasında Izzetbegoviç tekrar tutuklandı. Onunla beraber birçok Müslüman aydın yasal düzeni yıkmak amacıyla örgüt kurmaktan yargılanarak hapse mahkûm edildi; Izzetbegoviç de bazı suçluları ilk defa mahkemede gördüğü halde örgütün lideri olarak suçlandı. Yargılamanın ardından hapiste beraber bulunduğu arkadaşları, daha sonra başlatacağı siyasal bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin çekirdek kadrosunu oluşturdu. Bunlar arasında Ömer ve Salih Behmen, Hasan Čengić, İsmet Kasumagić, Džemaludin Latić, Mustafa Spahić, Edhem Bičakčić, Husein Živalj, Derviš Đurđević, Melika Salihbegović ve Đula Bičakčić gibi isimler sayılabilir.

On dört yıl hapse mahkûm edilen Aliya Izzetbegoviç, Foça Hapishanesi’ne kondu. 1987’de pişmanlık duyup af dilemesi ve bir daha siyasî faaliyetlere dönmemeye söz vermesi halinde serbest bırakılacağına dair kendisine yapılan teklifi reddetti. Komünist dünyanın dağılmaya yüz tuttuğu bir ortamda demokratik ülkelerle İslâm ülkelerinin baskıları sonucu 25 Kasım 1988’de serbest bırakıldı. Bu tahliyeye sebep olan siyasî gelişmeler Izzetbegoviç’i toplumsal sorumluluk almaya zorladı.

Genç Müslümanlar hareketinden arkadaşlarıyla birlikte Mart 1990’da kurduğu Demokratik Eylem Partisi’ni ülkede Müslümanların etkin bulunduğu bölgelerde örgütlemeye çalıştı. Özellikle Boşnak ve Arnavut Müslümanların geleceğinin ancak Yugoslavya’nın bir arada ve âdil bir şekilde yönetilmesiyle mümkün olacağını düşünen Izzetbegoviç, Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde siyasete girerek 5 Aralık 1990’da yapılan seçimleri kazandı ve Bosna-Hersek cumhurbaşkanı oldu. 1 Mart 1992’de gerçekleşen referandumla Bosna-Hersek bağımsızlığını ilân etti. Ancak ülkesi Sırplar’ın saldırısına uğrayınca dirayetli ve temkinli bir siyaset izleyip silahlı çatışmaları sona erdirmeye çalıştı. Bu mücadelesi, üç yıl devam eden kanlı savaşa 14 Aralık 1995’te son veren ve Bosna-Hersek’in bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan Dayton Antlaşması’yla neticelendi. Savaş sırasında ve savaşın ardından uluslararası baskılara maruz kalsa da Bosna-Hersek’in bağımsızlığı için çok güçlü diplomatik ve askerî çabalar sarf etti.

14 Eylül 1996’da Dayton sonrası yapılan ilk seçimde Boşnak, Hırvat ve Sırp temsilcilerinden oluşan üçlü Başkanlık Konseyi’ne seçildi ve başkanlığı üstlendi. 13-14 Eylül 1998 seçimine katılmayı istememekle birlikte Demokratik Eylem Partisi Ana Komitesi’nin kararı doğrultusunda tekrar aday oldu ve seçimden galip çıkarak Başkanlık Konseyi’nin yöneticiliğine devam etti. Ancak sağlığının görevini sürdürmesine imkân vermemesi üzerine 2000 yılı Haziranında görev süresi tamamlanmadan devlet başkanlığından çekildi ve 19 Ekim 2003’te vefat etti.